Dünya Diyabet Günü artan diyabetli kişi sayıları nedeniyle Uluslararası Diyabet Federasyonu (International Diabetes Federation, IDF) ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından ilk kez 1991 yılında gerçekleşti. 2006 yılında ise Birleşmiş Millet Genel Kurulu 61/225 no.lı kararında diyabetin yaşam boyu süren, ve major organ hasarları nedeniyle diyabetli kişinin yanı sıra ailesini, ülkesini ve dünyayı çeşitli risklere maruz bırakabilen bir hastalık olması nedeniyle 2007 yılından itibaren 14 Kasım’ın resmi olarak Birleşmiş Milletler Diyabet Günü de olmasını tanıdı. Neden 14 Kasım’da başka bir gün değil? 14 Kasım özellikle tip 1 diyabetli kişilerde yaşam kurtarıcı insulini bulan bilim adamı Sir Frederik Banting’in doğum günü olduğundan seçilmiştir. İnsülin Sir Frederik Banting, Charles Best ve John James Rickard Macleod tarafından 1921 yılında bulundu. O tarihlerde tip 1 diyabetli kişiler 1-2 yıl yaşayabiliyorlardı. Hastaya ilk başarılı uygulaması ise 23 Ocak 1922’de gerçekleşti. Bu buluş diyabet tedavisinde bir dönüm noktası oldu. Tip 1 diyabette vücutta salgılanmayan insülinin haricen uygulanması tip 1 diyabetli kişilerin kaderini değiştirdi. Banting ve McLeod 1923 yılında tıpta Nobel Ödülü’nü kazandılar. Dünya Diyabet Günü, 1991’den beri her yıl dünyanın her köşesinde kutlanıyor. MAVİ HALKA, 2007’de dünya çapında diyabet farkındalığının sembolü olarak kabul edildi; diyabet toplumunun diyabetle mücadelede birleşmesini ifade etmektedir. Diyabet tüm dünyada hızla artış gösteren kronik, bulaşıcı olmayan bir hastalıktır. Dünyadaki diyabetli oranı 1980’den 2014’e dört kat artmıştır (108 milyondan 422 milyona). Oysa dünya nüfusundaki artış 1.5 kattır (4.4 milyardan 7.7 milyara). Her beş saniyede bir kişi diyabete yakalanmakta, her altı saniyede bir kişi ise diyabete bağlı komplikasyonlar nedeniyle ölmektedir. Dünyada 425 milyon diyabetli bulunmaktadır. Türkiye hem obezite hem de diyabetin artış hızı bakımından Avrupa’da, hatta Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) kapsamındaki 34 ülke içinde ilk sırada yer almaktadır. Ülkemizde yetişkinlerin üçte ikisi aşırı kilolu ya da şişmandır (obez). Elli beş milyon yetişkinin 38 milyonu (yüzde 69) normal kilonun üzerindedir. Bir başka ifade ile yetişkinlerin üçte biri obez, üçte biri aşırı kiloludur. Yine ülkemizde her yedi yetişkinden birisinde diyabet vardır (8.5 milyon kişi; yüzde 15.3). Ayrıca 20 bin dolayında çocuğun da insülin ile tedavi edilen Tip 1 diyabetli olduğu bilinmektedir. Her dört yetişkinden birinde diyabete yatkınlık (prediyabet) vardır ve bu bireylerin üçte birinde 10 yıl içinde aşikar diyabet gelişecektir. Diyabet, tüm organlarda hasara neden olabilen ciddi bir hastalıktır. Yeme-içme davranışları, fiziksel aktivite ve yaşam tarzı alışkanlıklarından kaynaklanan çeşitli risk faktörleri diyabetin hem görülme sıklığını artırmakta hem de mevcut hastaların tedavisini zorlaştırmaktadır. Diyabet iyi tedavi edilmediği takdirde yüksek kan şekerine bağlı çok su içme, sık idrar yapma, ağız kuruluğu gibi yakınmaların yanı sıra göz, böbrek, sinir sistemi ve kalp-damar sistemi başta olmak üzere tüm organlarda hasara neden olabilen ciddi bir hastalıktır. Bugün doğuşsal olmayan körlüğün birinci nedeni diyabettir. Yine böbrek yetmezliğine bağlı diyalize giren hastaların çoğunluğunu diyabetliler oluşturmaktadır. Diyabet parmak, ayak hatta bacak kesilmelerine neden olabilmektedir. Kalp krizi ve inme geçirme riski diyabetli bireylerde belirgin olarak artmıştır. Obezite ve diyabet kalın bağırsak, karaciğer, pankreas, safra kesesi, rahim ve meme kanseri başta olmak üzere pek çok kanser türünün gelişmesine zemin hazırlamaktadır. Diyabet geç fark edildiğinde erken yaşta ölümlere yol açmaktadır. Diyabet hastaları içinde yarısına yakını (yüzde 45’i) en azından ilk 5-7 yıl içinde hastalığının farkında değildir. Diyabet geç fark edildiğinde ve iyi tedavi edilmediğinde erken yaşta ölümlere yol açmaktadır. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin yeni tamamladığı bir çalışmada (TEMD çalışması), ikinci ve üçüncü basamak merkezlerde 18 yaş üstü 5500 diyabetik vaka taranmıştır. Bu çalışmada tip 1 diyabetiklerin % 80’inin, tip 2 diyabetiklerin ise % 60’ının kan şekeri açısından hedefte olmadığı gösterilmiştir. Çalışmanın bir diğer çarpıcı sonucu obezite oranlarıdır. Diyabetli kadınlarda kilolu olma veya obezite oranı % 92 erkeklerde ise bu oran % 85 olarak bulunmuştur. Hastalarımızın yarısının yeterli- düzenli egzersiz yapmadığı tespit edilmiştir. Sinir, göz ve böbrek gibi küçük damar komplikasyonları her iki hastadan birinde var iken, her dört hastadan birinde kalp damar hastalığı saptanmıştır. Diyabetli bireylerde sık görülen hipertansiyon (%70) ve kan yağı yüksekliği (%95) tedavilerinde de ciddi sorunlar yaşandığı dikkat çekmiştir. Bu veriler diyabetli hastalarımızın tedavisinin önemli bir parçası olan yaşam tarzı değişikliklerinin yeteri kadar gerçekleştirilmediğini göstermektedir. Hastaların kan şekeri kontrolünde önemli bir engel olan obezite, hareketsiz yaşam ve dengesiz beslenme unsurlarının düzeltilmesi için yoğun çabalara ihtiyaç vardır. Diyabet eğitimi hasta ile sınırlı kalmamalı, tüm aile bireylerini kapsamalıdır. Diyabetle ilişkili şikayet ve bulguların saptanmasında ailenin rolü önemlidir. Bu konuda ailelerin eğitilmesi hastalara erken tanı konmasında yardımcı olabilecektir. Yine diyabet tanısı konduktan sonra da hastalığın teşhisinin getirdiği psikolojik yükü paylaşmak, hastanın motivasyonunu artırmak, tıbbi beslenme tedavisi ve egzersiz programlarını uygulamak, gerektiğinde kan şekeri ölçümlerini ve insülin enjeksiyonlarını yapmak ya da bireyi tedavi ve takiplerini düzenli yapması yönünde teşvik etmek ailenin sorumlulukları arasında bulunmaktadır. Diyabetli birey bu mücadelede yalnız olmadığını hissetmelidir. Diyabet eğitimi hasta ile sınırlı kalmamalı, tüm aile bireylerini kapsamalıdır.
|